Kendimizi hangi yanlış melodiyle dans ederken bulmuştuk aniden? Şimdi ne yapacağız diye birbirimizin gözlerini kollarken, kim kimin ayağına bastı önce? Kim kimi acıttı…
Denge bozulduğu an düşmek korkusu sarınca benliğimizi ilk kim çekildi bir adım geri? Zırhlarına sarılıp müziği unutunca, gitmeyi düşürdü aklına? Aklımızın hangi yarım adasında sıkısıp kalmıştık, içimizin tınılarını duymayan kulaklarımızla…
Ya gözlerimiz bizim değiller miydi artık. Hangi açı tamamlardı aramızdaki boşlukları..
Her yanlış adımda birbirine çarparken ayaklarımız , hangi çelmede düştük de kalkamadık bir daha..
Oysa müzik devam ediyordu sevgilim.
İçin için sızlanmalarımıza rağmen müzik hiç susmuyordu. Ben senin gözlerine bakıyordum tek bir kalkış hamlesi görebilmek için.. Sen susuyordun, sen gözlerini indiriyordun, acıyor diyordun.
-Artık kalkamam ; kalksam da yeniden düşeriz, daha onulmaz yaralar alırız..
Ben razıydım düşe kalka devam etmeye. Yanlış olduğunu, yalan olduğunu bir daha hiçbir adımımızın melodiye uygun olmayacağını bile bile inadına bakıyordum gözlerine..
-Gözlerin benden çok uzaklara doğru seyir halinde ..
Oysa hayat da böyle değil midir sevgilim? Ölmek gibi koca bir gerçekliğin olduğu bu kurguda, her şeyi ciddiye alarak çoğu kez sonunda ölüm olduğunu unutarak yaşamaz mı insan?
Olmayacağını bildiğin halde sonuna kadar gitmeye çalışmak..
Öleceğini bildiğin halde her sabah yeniden güne uyanmak gibi..
Müzik sustu.
İçimdeki şarkı bitti.
Ve ben öleceğimi biliyorum sevgilim, bu yüzden artık hiçbir sabaha uyanmak istemeyişlerim..’
‘Öteki’
‘Sizin için uzattım saçlarımı,
kestiğim.
Sizin için söndürdüğüm bu ateşi,
yandığım.
Kurduğum bu çadır, bu saat
arındığım su
soyunduğum gece: Sizin için.
Devrilirken tutunduysam
tutuşurken susmam
zemberekte bu Eyyub
hem cellât hem kurban
sizin için
bir tohum.’ Enis Batur